29 Şubat 2016 Pazartesi

1939'da yıkıldığı söylenen Niyazi Mısri hazretlerinin kabri ile birlikte, Ustrumça'da M. Nurü'l-Arabi, Selanik'te Ahmet Zühri'nin kabirleri Ohri'deki Mehmet Hayati türbesi gibi mamur hale gelir.

Niyazi-i Mısri'nin Limni'deki Mezarını ve Tekkesini Kurtarma Umudu Doğdu

Türk tasavvuf tarihinin en renkli ve en önde gelen mutasavvıflarından biri Niyazi-i Mısri'nin, Yunanistan'ın Limni adasında bulunan ve bugün üzerinden cadde ve kaldırım geçen mezarının kurtarılarak, tekkesinin aslına döndürülmesi için umut ışığı...

Niyazi-i Mısri'nin Limni'deki Mezarını ve Tekkesini Kurtarma Umudu Doğdu


Türk tasavvuf tarihinin en renkli ve en önde gelen mutasavvıflarından biri Niyazi-i Mısri'nin, Yunanistan'ın Limni adasında bulunan ve bugün üzerinden cadde ve kaldırım geçen mezarının kurtarılarak, tekkesinin aslına döndürülmesi için umut ışığı belirdi. Malatya Belediyesi, Malatya Valiliği ve Limni Belediyesi tarafından ortaklaşa düzenlenen Niyazi-i Mısri anma etkinlikleri çerçevesinde Limni Adası'nda düzenlenen panele katılarak bir konuşma yapan Yunanistan'ın Kuzey Ege Bölgesi Valisi Savvas Vareltsiz, Malatya'nın yetiştirdiği en önemli mutasavvıflardan olan Mısri'nin kabrinin ortaya çıkarılması ve çevresinin aslına uygun bir şekilde yeniden imarı için resmi prosedürlerin başladığını ve gelecek yıl aynı tarihlerde anma törenlerinin yapılmasına kadar bu prosedürün tamamlanmasını umut ettiklerini söyledi.
Türkiye'den akademisyen ve işadamlarının da aralarında bulunduğu 160 civarında Malatyalı ve Mısri'nin Türkiye genelindeki takipçisinin katıldığı Niyazi-i Mısri hazretlerini anma etkinlikleri çerçevesinde Mısri'nin medfun bulunduğu Limni adasında düzenlenen panelde konuşan Vali Vareltsiz, ortak acılara çare bulmanın iki halkın elinde olduğunu söyleyerek başladığı konuşmasında, "Türk ve Yunan halkları arasında geliştirilen kültürel, ekonomik, siyasi ve özellikle manevi ilişkilerin, bu ülkelerin üst düzey yöneticilerine iki ülke arasında dostluğun geliştirilmesi konusunda gerekli mesajı verecektir." dedi. Küreselleşen bir dünyada halkların çıkarlarının artık ortak hale geldiğinden bahseden Vareltsiz, Niyazi-i Mısri gibi çok önemli bir bilgenin Limni'de medfun olmasına çok büyük önem atfettiklerinin altını çizdi. Dönemindeki siyasi liderlerin anlamakta güçlük çektiği fikirlerinden dolayı Mısri'nin Limni'de sürgündeyken hayatını kaybettiğini hatırlatan Vareltsiz, "Mısri, Limnileleri sevdi, Limnililer de Mısri"yi." şeklinde konuştu.
"Mısri gibi büyük bir bilgenin değerini bugüne kadar fark etmemiş olmamızdan dolayı tüm Limni halkı adına siz Türklerden samimiyetle özür diliyorum. Lütfen özrümü kabul ediniz" diyen Vareltsiz, gelecek benzer anma etkinlikleri yapılıncaya kadar Mısri'nin medfun bulunduğu mekanın aslına döndürülmesi ve mezarının ortaya çıkarılması için ellerinden geleni yapacakları sözünü verdi. Vareltsiz, ekonomik ve siyasi buhran içerisinde olduğu için Yunanistan'da karar alma süreçlerinin uzadığından şikayet ederek, Mısri'nin mezarının ortaya çıkarılarak çevresinin aslına uygun hale getirilmesi kararını verecek olanYunanistan Anıtlar Konseyi'ne başvuruyu yaptıklarını kaydetti.
Malatya Valisi Doç. Dr. Ulvi Saran da panelin açılışında yaptığı konuşmada Niyazi-i Mısri gibi farklı kültürel ve dini havzalarda yetişmiş ilim adamlarının insancıl yaklaşımlarının paylaşılmasında ne sınırların, ne siyasetin, ne de coğrafyanın bir engel teşkil etmediğinin altını çizdi. Fikirlerin siyasi, askeri, ekonomik güç ve galibiyetlerden çok daha önemli ve etkili olduğunu vurgulayan Vali Saran, Niyazi-i Mısri'nin ne sadece Malatya'nın, neTürkiye'nin, ne de Ege'nin değil, bütün insanlığın bir ortak değeri olduğuna vurgu yaptı. Yüzlerce yıl önce yaşamış bir manevi büyüğün bugün ayak izlerinin olduğu yerde anılıyor olmasının anlamına dikkat çeken Vali Saran, Mısri'nin fikri ve manevi hatırasının yanısıra fiziki ve mimari hatırasının da restore ve imar edilerek iki ülke halkı için bir ortak değere dönüştürülmesi için gayret sarf ettiklerinin altını çizdi.
Başlatılan süreç kapsamında Mısri'nin mezarının ortaya çıkarılarak haziredeki taşların yerine konulması, Semahanenin, Dergah-ı Şerifin, Namazgahın ve bugün kafe olarak işletilen Hazret-i Mısri Camii ile minaresinin aslına uygun şekilde ihya edilmesi öngörülüyor.
Açılış konuşmalarından sonra geçilen panele konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, Cemalnur Sargut, Prof. Dr. Mustafa Kara ve Dr. Reşat Önal Mısri'nin hayatı, fikirleri ve öğretilerinin değişik vechelerini irdeleyen konuşmalar yaptılar.
YAŞADIĞI DEVRİN SÜRGÜNÜ BİR ALLAH DOSTU
17. asırda yaşayan Niyazi-i Mısri, tasavvufun Halveti kolunun en renkli ve en önemli simalarından biridir. Coşkun ve cezbeli bir süfi olan Mısri, 1618'de Malatya'da doğmuş, Diyarbakır, Mardin, Kerbela, Mısır, İstanbul, Elmalı, Uşak, Kütahya ve Bursa'da yaşamış ve nihayet sürgüne gönderildiği Limni adasında 1694 senesinde vefat etmiştir. Mısır'da öğrenim gördüğü için kendisi "Mısri" diye tanınmıştır. İbn Arabi, Mevlana ve Yunus Emre düşüncesinin 17. asırdaki takipçilerinden olan Mısri, adeta bu üç büyük zatın düşüncelerinin harmanlandığı bir terkip niteliğindedir. Çok sayıda eseri ve şiirleri bulunan Mısri'nin bu şiirlerinden yaklaşık 250 tanesi ilahi olarak bestelenmiştir.
Mısri bazı ledünni düşünceleri açığa çıkardığı ve devrin bazı siyasilerini eleştirdiği için bir defa Rodos adası ve iki defa da Limni adasına olmak üzere üç defa sürgüne gönderilmiş ve hayatının 16 yılını kalebend olarak zindanlarda veya gözaltında geçirmiştir. Devrin siyasilerinin lüzumsuz ve vehmi korkuları, Mısri hakkında iftiralara sebep olmuş ve bu büyük veli hiç hak etmediği cezaları çekmek zorunda kalmıştır.
Düşünce ve öğretilerinin çevresinde etkili olmasından rahatsız olan devrin siyasi figürleri "Mısri huruca kalkışacak" endişesiyle sun'i bir yaygara koparıp, ihtiyar halinde onu ayağına bukağı vurdurarak, adi bir suçlu gibi Limni adasına sürdürmüşlerdir. Mısri uzun sürgün hayatının hitamında 76 yaşında ayağında bukağı olduğu halde vefat etmiş ve 17 kilogramlık bukağısıyla defnedilmiştir. Limni'nin 1912 yılında Türklerin elinden çıkmasından sonra Türkiye'de tedricen unutulan ve yakın zamana kadar hatırlanmayan Mısri'nin medfun bulunduğu yerin üzerinden bugün cadde ve kaldırım geçmektedir. 
http://www.haberler.com/niyazi-i-misri-nin-limni-deki-mezarini-ve-3658103-haberi/

Medine Vesikası- Magna Carta ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden yüzyıllar önce hak-hukuk konusunda esasları tesbit, tatbik ve tahkik etmiştir.

Medine Vesikası'nın Metni 

Bismillâhirrahmânirrahîm. (1) Bu kitap (yazı), Peygamber Muhammed (sav) tarafından Kureyşli ve Yesribli mü'minler ve Müslümanlar ve bunlara tabi olanlarla yine onlara sonradan iltihak etmiş olanlar ve onlarla beraber cihad edenler için (olmak üzere tanzim edilmiştir). (2) İşte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet (câmi'a) teşkil ederler. (3) Kureyş'den olan Muhâcirler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile kan diyetlerini ödemeye iştirak ederler ve onlar harp esirlerinin fidyei necâtını mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir. (4) Benû 'Avf'lar kendi aralarında âdet olduğu vechile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye iştirak edeceklerdir ve (müslümanların teşkil ettiği) her zümre (tâife), harp esirlerinin fidye-i necâtını mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir. (5) Benû Hârisler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile evvelki, şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasında iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir. (6) Benû Sâide'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir. (7) Benû Cuşem'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir. (8) Benû'n-Neccâr'lar kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir. (9) Benû 'Amr İbn 'Avf'lar, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir. (10) Benû'n-Nebît'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir. (11) Benû'l-Evs'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir... (12) Mü'minler kendi aralarında ağır malî mes'uliyetler altında bulunan hiç kimseyi (bu halde) bırakmayacaklar, fidyei necât veya kan diyeti gibi borçlarını iyi ve mâkul bilinen esaslara göre vereceklerdir. (12/B) Hiçbir mü'min diğer bir mü'minin mevlâsına (kendisi ile akdî kardeşlik râbıtası kurulmuş kimse) mümâna'at edemez (Diğer bir okunuşa göre: Hiçbir mü'min diğer bir mü'minin mevlâsı ile, onun aleyhine olmak üzere bir anlaşma yapamayacaktır). (13) Takvâ sahibi mü'minler, kendi aralarında mütecâvize ve haksız bir fiil îkaını tasarlayan yahut bir cürüm yahut bir hakka tecavüz veyahut da mü'minler arasında bir karışıklık çıkarma kasdını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evlâdı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır. (14) Hiçbir mü'min bir kâfir için, bir mü'mini öldüremez ve bir mü'min aleyhine hiçbir kâfire yardım edemez. (15) Allah'ın zimmeti (himâye ve temînatı) bir tekdir; (mü'minlerin en ehemmiyetsizlerinden birinin tanıdığı himâye) onların hepsi için hüküm ifade eder. Zîra mü'minler, diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin mevlâsı (kardeşi) durumundadırlar. (16) Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara muârız olanlarla yardımlaşılmaksızın, yardım ve müzâheretimize hak kazanacaklardır. (17) Sulh, mü'minler arasında bir tekdir. Hiçbir mü'min Allah yolunda girişilen bir harpde, diğer mü'minleri hâriç tutarak, bir sulh anlaşması akdedemez; bu sulh, ancak onlar (mü'minler) arasında umumiyyet ve adâlet esasları üzere yapılacaktır. (18) Bizimle beraber harbe iştirak eden bütün (askerî) birlikler, birbirleriyle münâvebe edeceklerdir. (19) Mü'minler, birbirlerinin Allah yolunda (uğrunda) akan kanlarının intikamını alacaklardır. (20) Takvâ sahibi mü'minler, en iyi ve en doğru yol üzerinde bulunurlar. (20/B) Hiçbir müşrik, bir Kureyşlinin mal ve canını himâyesi altına alamaz ve hiçbir mü'mine bu hususta engel olamaz (yani Kureyşliye hücûm etmesine mani olamaz). (21) Herhangi bir kimsenin, bir mü'minin ölümüne sebep olduğu katî delillerle sâbit olur da maktûlün velîsi (hakkını müdafaa eden) rızâ göstermezse, kısas hükümlerine tabî olur; bu halde bütün mü'minler ona karşı olurlar. Ancak bunlara, sadece (bu kaidenin) tatbiki için hareket etmek helâl (doğru) olur. (22) Bu sahîfe (yazı)nın muhteviyatını kabul eden, Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanan bir mü'minin bir kaatile yardım etmesi ve ona sığınacak bir yer temin etmesi helâl (doğru) değildir; ona yardım eden veya sığınacak bir yer gösteren Kıyâmet Günü Allah'ın lânet ve gazabına uğrayacaktır ki o zaman artık kendisinden ne bir para tediyesi ve ne de bir tavîz alınacaktır. (23) Üzerinde ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah'a ve Muhammed'e götürülecektir. (24) Yahudiler, mü'minler gibi, muharebe devam ettiği müddetçe (kendi harp) masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler. (25) Benû 'Avf Yahudileri, mü'minlerle birlikte [İbn Hişâm'da bu, 'ma'a' (= ile) olarak, Ebû Ubeyd'de ise 'min' (= den) olarak zikredilir] bir ümmet (: câmi'a) teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, mü'minlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek mevlâları ve gerekse bizzat kendileri dahildirler. (25/B) Yalnız kim ki haksız bir fiil irtikâb eder veya bir cürüm îkâ eder, o sadece kendine ve âile efradına zarar (vermiş) olacaktır. (26) Benû'n-Neccâr Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır. (27) Benû'l-Hâris Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır. (28) Benû Sâ'ide Yahudileri de Benû 'avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır. (29) Benû Cuşem Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır. (30) Benû'l-Evs Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır. (31) Benû Sa'lebe Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır. Yalnız kim ki haksız bir fiil irtikâb eder veya bir cürüm îka eder, o sadece kendini ve aile efradını zarardîde etmiş olacaktır. (32) Cefne (âilesi) Sa'lebenin bir kolu (batn) dur; bu bakımdan Sa'lebe'ler gibi mülâhaza olunacaklardır. (33) Benû'ş-Şuteybe de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır. (Kaidelere) muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır. (34) Sa'lebe'nin mevlâları, bizzat Sa'lebeler gibi mülâhaza olunacaklardır. (35) Yahudilere sığınmış olan kimseler (Bitâne), bizzat Yahudiler gibi mülâhaza olunacaklardır. (36) Bunlar (Yahudiler)'dan hiçbir kimse (müslümanlarla birlikte bir askerî sefere), Muhammed'in müsaadesi olmadan çıkamayacaktır. (36/B) Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilemeyecektir. Muhakkak ki bir kimse bir adam öldürecek olursa neticede kendini ve âile efradını mes'ûliyet altına sokar; aksi halde haksızlık olacaktır (yani bu kaideye riâyet etmeyen bir kimse haksız vaziyette olacaktır). Allah bu yazıya en iyi riâyet edenlerle beraberdir. (37) (Bir harp vukuunda) Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve müslümanların masrafları kendi üzerinedir. Muhakkak ki bu sahîfede (yazıda) gösterilen kimselere harp açanlara karşı, onlar kendi aralarında yardımlaşacaklardır. Onlar arasında hayırhahlık ve iyi davranış bulunacaktır. (Kaidelere) muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareketler olmayacaktır. (37/B) Hiçbir kimse müttefikine karşı bir cürüm îka edemez: Muhakkak ki zulmedilene yardım edilecektir. (38) Yahudiler müslümanlarla birlikte, beraberce harp ettikleri müddetçe masrafda bulunacaklardır. (39) Bu sahîfenin (yazının) gösterdiği kimse lehine Yesrib vâdisi dahili (cevf), harâm (mukaddes) bir yerdir. (40) Himâye altındaki kimse (cârr), bizzat himaye eden kimse gibidir; ne zulmedilir ve ne de (kendisi) cürüm îka edecektir. (41) Himâye verme hakkına sahip kimselerin izni müstesnâ, bir himâye hakkı verilemez. (42) Bu sahîfede (yazıda) gösterilen kimseler arasında zuhurundan korkulan bütün öldürme yahut münâzaa vak'alarının Allah'a ve Resûlullah Muhammed'e götürülmeleri gerekir. Allah bu sahîfeye (yazıya) en kuvvetli ve en iyi riâyet edenlerle beraberdir. (43) Ne Kureyşliler ve ne de onlara yardım edecek olanlar, himâye altına alınmayacaklardır. (44) Onlar (= Müslümanlar ve Yahudiler) arasında, Yesrib'e hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır. (45) Şayet onlar (Yahudiler), (Müslümanlar tarafından) bir sulh akdetmeye veya bir sulh akdine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet onlar (Yahudiler), (Müslümanlara) aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, mü'minlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır; din mevzuunda girişilen harp vak'aları müstesnâdır. (45/B) Her bir zümre, kendilerine ait mıntıkadan (gerek müdafaa ve gerekse sâir ihtiyaçlar hususunda) mes'uldür. (46) Bu sahîfede (yazıda) gösterilen kimseler için ihdas edilen şartlar, aynı şekilde Evs Yahudilerine, yani onların mevlâlarına ve bizzat kendi şahıslarına, bu sahîfede (yazıda) gösterilen kimseler tarafından sıkı ve tam bir muhafazakârlık ile tatbik olunur. (Kaidelere) muhakkak riâyet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır. Ve haksız şekilde kazanç temin edenler, sadece kendi nefsine zarar vermiş olurlar. Allah bu sahîfede (yazıda) gösterilen maddelere en doğru ve en mükemmel riâyet edenlerle beraberdir. (47) Bu kitap (yazı), bir haksız fiil îka eden veya cürüm işleyen (ile cezâ) arasına engel olarak giremez. Kim ki bir harbe çıkar, emniyette olur veya kim ki Medine'de kalırsa yine emniyet içindedir; haksız bir fiil ve cürüm îkaı halleri müstesnâdır. Allah ve Resûlullah Muhammed himayelerini, (bu sahîfeyi) tam bir sadakat ve dikkat içinde muhafaza eden kimseler üzerinde tutacaklardır.*

(*)  Prof. Dr. Salih Tuğ tarafından çevrilmiştir. Bkz. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, (5. bsk. İstanbul, 1991), 1: 206-210.